127
" Soyadımız da, diye devam etti Agnés, tesadüfen verilmiş bize, dünyada ne zaman ortaya çıktığını, tanımadığımız bir atamızın onu nasıl yakaladığını bilemiyoruz. Bu adı hiç anlamıyoruz, tarihçesi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz ama gene de onu coşkulu bir sadakatle taşıyoruz, onunla bir oluyoruz, hoşumuza gidiyor, sanki dâhice bir esinlenmeyle bizzat kendimiz icat etmişçesine onunla gülünç bir gurur duyuyoruz. Yüz için de aynı şey. Hatırlıyorum, çocukluktan çıkarken olmalı: Aynada kendime baka baka, sonunda gördüğümün ben olduğuna inanmıştım. O günlere dair anılarım çok silik ama gene de ben'imi keşfetmek başımı döndürmüş olmalı. Ama daha sonra aynanın karşısında durup kendi kendinize şöyle dediğiniz bir an geliyor: Bu gerçekten ben miyim? Ve neden? Neden onunla birleşmek zorundayım? Bu yüzün benim için ne önemi var? Ve bu noktadan itibaren her şey çözülmeye başlar. Her şey çözülmeye başlar. "
― Milan Kundera , Immortality
130
" İnsanoğluyla ilişkisini kesmek: evet, işte bu. Ve onu bu kopukluktan tek bir şey ayırabilir: somut bir erkeğe duyacağı somut bir aşk. Eğer birini sevecek olursa, ötekilerin kaderine kayıtsız kalmak gelmeyecekti elinden, çünkü sevdiği insan da bu kadere bağlı olacaktı, onun bir parçası olacaktı ve Agnés o andan itibaren artık insanların acılarının, savaşlarının ve tatillerinin kendisini ilgilendirmediği duygusuna kapılmayacaktı.
Bu son fikir onu korkuttu. Hiç kimseyi sevmediği doğru muydu? Ya Paul'ü?
Birkaç saat önce, akşam yemeğine çıkmaya hazırlanırken ona nasıl yaklaşıp kollarında sımsıkı tuttuğunu hatırladı. Evet, yolunda gitmeyen bir şeyler vardı: Bir süredir Paul'e olan aşkının sadece bir irade üzerine dayandığı düşüncesi peşini bırakmıyordu; onu sevme iradesi, mutlu bir evliliğe sahip olma iradesi. Bu irade bir an gevşeyecek olursa, aşk kafesini açık bulan bir kuş gibi uçup gidecekti.
Saat sabahın biri, Agnés ve Paul soyunuyorlar. Onlara diğerinin soyunması ve yaptığı hareketler konusunda sorular sorulacak olsa, çok bocalarlardı. Uzun zamandır birbirlerine bakmıyorlar bile. Bellek cihazı fişten çekilmiş, ortak yataklarına girişlerinden önce yaptıklarıyla ilgili hiçbir şeyi kaydetmez olmuş.
Ortak yatak: evliliğin sunağı; ve sunak dendi mi, akla fedakarlık da gelir. Kendilerini işte burada kurban ediyorlar: İkisi de uykuya dalmakta güçlük çekiyor ve birinin nefes alışı ötekini uyandırıyor; ikisi de yatağın kenarına doğru kayıyor ve ötekiyle arasında geniş bir boşluk bırakıyor; biri diğerinin onu uyandırma korkusuna kapılmadan bir o yana bir bu yana dönerek uyumasını sağlama umuduyla uyur gibi yapıyor. Ne yazık ki , kıpırdamaktan kaçınarak uyur gibi yapmakla meşgul olduğu için (benzer nedenlerle) ötekine bunun hiçbir faydası yok.
Uyuyamamak ve kıpırdamayı kendine yasaklamak: evlilik yatağı. "
― Milan Kundera , Immortality
132
" İnsan ben'ine bir köpek, bir kedi, bir domuz kızartması, okyanus aşkı ya da soğuk duş katarsa, ekleme yöntemi çok eğlenceli olabilir. Ben'e komünizm aşkı, vatan aşkı, Mussolini aşkı, Katolik Kilisesi aşkı, ateizm aşkı, faşizm ya da antifaşizm aşkı eklemeye kalkıldığında ise durum o kadar iç açıcı olmaktan çıkar. Her iki halde de yöntem tamamen aynı kalır: Kedilerin diğer hayvanlardan üstün olduğunu inatla savunan kişi, Mussolini'yi İtalya'nın tek kurtarıcısı olarak ilan eden kişiyle özünde aynı şeyi yapmaktadır: Kendi ben'inin simgesini övmekte ve bu simgenin (bir kedi ya da Mussolini) kendi çevresi tarafından kabul edilip sevilmesi için her yola başvurmaktadır.
Ben'lerini geliştirmek için ekleme yöntemine başvuran herkesin içine düştüğü garip paradoks işte budur: taklit edilemeyecek biriciklikte bir ben yaratmak için ekleme yapmaya çabalarlar ama bu arada, eklenen bu simgelerin propagandacısı haline geldiklerinden olabildiği kadar çok insanın kendilerine benzemesi için her şeyi yaparlar; o zaman da ben'lerinin (canla başla fethedilen) biricikliği derhal silinip gider. "
― Milan Kundera , Immortality
133
" E' un'ingenua illusione pensare che la nostra immagine sia solo un'apparenza, dietro la quale è nascosto il nostro io come unica, vera essenza, indipendente dagli occhi del mondo. (...) è proprio il contrario: il nostro io è una pura apparenza, inafferabile, indescrivibile, nebulosa, mentre l'unica realtà, fin troppo facilmente afferrabile e descrivibile, è la nostra immagine agli occhi degli altri. E il peggio è che tu non ne sei padrone. "
― Milan Kundera , Immortality