21
" Aziz oturur konuşurken de kendini ve izleyen ve dinleyenleri gözden geçirirken de birden dalgınlıkla anlattığına ve anlatışına kapılıp kendinden habersiz hale düşmekten korkuyordu. başarılı denen konuşmalardan sonra insanı kendinden utandıran yön bu olurdu zaten. kendinden bir şeyleri kaybederek doğrulurdu insan, her şeyini vermiş olurdu yani. bu kendini ele hatta yele vermekti, kaybetmekti. başkaları beğenirdi elbet, başkası an peşinde olandı zaten, sonrası kişiye aitti. dinleyenlerden ziyade anlatıcı olan kendini gözden kaybetmek istemiyordu bu yüzden, ama uyanıklığı ve uyutmaya çalışıp uyanık kalmaya gayrette olduğu da sezilmesin istiyordu. konuşurken kendine kendine kapılmak büyük tehlikeydi, dışarıyı tümden gözden kaybetmeye, kendi içine düşmeye sebep oluyordu. safları ve kibirlileri buluşturan ve karşılaştıklarında bunun burada ne işi var denilen pazar yeri de orasıydı. kendi içinden geçerken döne döne dönüşülen pazar, saf ve kibirlinin yani çürük ile fahiş fiyatlının hava karardığında birbirlerine bakakaldıkları akşam pazarıydı. gözleyecek kadar gözü dışarıda, kendinden haberdar olacak kadar da içeride kalmak en iyisiydi. etrafı tartarken de çok hızlı ama ihmalkâr olmamak gerekliydi. konuşurken kendine fazla kapılmamak için karşısındakinin yerine geçtiğinde bir oyuncu sahteliğine düşecek olduğunu fark ettiği an düşmeden koltuğa tutunması gerekiyordu. cezbedeyim derken kendi kendinden cezboluyor, tam da bu sıra izleyici ve dinleyici olduğunu unutarak doğal adam olup sırlı ve efsunlu yani kimselere benzemez olma halini kaybediyordu. s.30-31 "
― Şule Gürbüz , Kıyamet Emeklisi - Birinci Cilt
26
" belki de tüm dangalaklar gibi kolay yoldan havalı şeylerin peşine düşüp, bu gibi bir şeye de türlü kılıflar uydurdum. gerçekten şu an bilemiyorum, kendi hayatım başkasının gibi geliyor, başkasınınki de benim. o vakit, kendi hayatım olduğunu düşündüğüm, olmasını istediğim, benim ötemdeki, hayallerimin, çabamın yeteneklerimin ötesindeki idi. Şimdiki de geçmişini benimseyip benim diyemediğim, şu anını da yine hep tadil ederek kendime inandırmaya çalıştığım, katlanılır göstermeye çalıştığım başka bir şey. hiç hayatı olmamış gibiyim. kendi olmayanın hayatı da olmuyor mu yoksa? s. 9-10 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
36
" hastalıkların, marazların hep kalpte olduğunu söylüyor ve kalbi temizlemekten bahsediyorlar. ben de kalbimi yokluyorum sık ık; hep ağrılı, vesveseli, gidip gelen buluyorum. huzursuz, hüsran duyan kalp' diyorlar; "'benim, buradayım," diyemiyorum. "allah korusun!" diyorlar. kendimi nereye saklayacağımı şaşırıyorum. kalbin saklı olduğu yer iyi ki böyle derinde. acaba beni görüyorlar mı? acaba bu insanların hiç kalpleriyle işleri oldu mu, kalbin her an soyulmuş hissinde olması nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar oynak mı, bu kadar hevesli mi ve bu kadar dar ve alıngan mı, bu kadar kendini bilmez mi, kalp şımarmak mı istiyor, yatışmak mı bunu nasıl öğrenebilirim? ben yatışmak istiyorum. kendimi bildim bileli galiba şımarabilmek istedim, bu bana verilsin istedim. öyle derin bir açlık ki mide kazınması gib kalbimi kazıdı durdu. başka şeye bakıp geri çekilemedim. s.37 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
37
" kişiyi kişi yapan bilgi de ancak böyle elde ediliyor. kaynaksız, kırıklık, üzüntü, elde edemeyiş, kaçırış, en büyük fedakarlıkların neticesinde en derin aşağılanış bilgiyi oluşturuyor. öyle ki insan bunları bildiğini bile söyleyemiyor, sadece artık öyle yaşıyor. daha neşesiz, daha sakin, kıpırtısız, daha dünyayaya bağını gevşetmiş, daha ince ve seyrek bakışlı, yeni üzüntülere ev sahipliği yapmaya daha hazır. s.37 "
― Şule Gürbüz
39
" hayatı benim gibi romanlardan, şiirlerden, filozoflardan, müziğin ilk şırınga ettiği marazdan öğrenen kimseler, hep büyüklüğün, vazgeçişin, kendini esirgemeyişin, maddiyata kıymet vemeyişin, ruhsal yükselişin büyüsüne kapılıyorlar ve bunu olabildiği kadarıyla kendilerine yaklaştırmaya çalışıyorlar. ancak bütün bu yüksek şeylere talip olan, onlarsız kendini küçük hissedenleri hayat ne yapıyor, en utanılacak hale getirip kaldırıp atıyor. sathi söz söyledim, biliyorum. o zaman nasıl diyeyim; atmıyor da kendisi hayatın kati kurallarının dışında kaldığı için ister istemez atılmış gibi oluyor. s.52 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında