2
" Evet, gerçeğe varmak zor, talip olmak bile zor ki ne zor, bilmek zor, olmak zor ki ne zor. Mesellerdeki, irşat kitaplarındaki gibi yolda olana, vasıl olana bir sükunet, bir gizli memnuniyet de gelmiyor, sancı son sürat son nefese kadar devamda, rahat bırakmıyor. Kendinin ve diğerlerinin farkına varmayı gözde ve akılda sürekli kılmadığı için kişinin kendi hakkındaki yatışmışlık anları ani birer vehim gibi bin tereddüt bırakarak geçiyor. Evham, tedirginlik, muamma sürekli. Yani kitaplardaki o ağır, sözünü terazili söyleyen, emin, sükun bulmuş varlık kitaptan kesilip şekillendiği anda yaprak gibi titremeye başlıyor. Böyle rahat olmak için kendini de ona bu rahatlığı vereni de enikonu bilmesi lazım. Bununsa ölene kadar garantisi verilmiyor. İmanı olan, parası olan rahatlığında ve genişliğinde arkasına yaslanıp başkalarının telaşına kaşını kaldırarak bakamıyor. Son ana kadar hep göz üstünüzde, kendi gözünüz size düşman, kendi kalbiniz çır çır çırpınıyor, ayaklarınız en olmadık yere meyilli, adımı hazırda, burnun almadığı koku yok. Şairler anlamaktan yorgun, ama anladıklarından kimseye fayda yok. "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
3
" belki de tüm dangalaklar gibi kolay yoldan havalı şeylerin peşine düşüp, bu gibi bir şeye de türlü kılıflar uydurdum. gerçekten şu an bilemiyorum, kendi hayatım başkasının gibi geliyor, başkasınınki de benim. o vakit, kendi hayatım olduğunu düşündüğüm, olmasını istediğim, benim ötemdeki, hayallerimin, çabamın yeteneklerimin ötesindeki idi. Şimdiki de geçmişini benimseyip benim diyemediğim, şu anını da yine hep tadil ederek kendime inandırmaya çalıştığım, katlanılır göstermeye çalıştığım başka bir şey. hiç hayatı olmamış gibiyim. kendi olmayanın hayatı da olmuyor mu yoksa? s. 9-10 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
12
" hastalıkların, marazların hep kalpte olduğunu söylüyor ve kalbi temizlemekten bahsediyorlar. ben de kalbimi yokluyorum sık ık; hep ağrılı, vesveseli, gidip gelen buluyorum. huzursuz, hüsran duyan kalp' diyorlar; "'benim, buradayım," diyemiyorum. "allah korusun!" diyorlar. kendimi nereye saklayacağımı şaşırıyorum. kalbin saklı olduğu yer iyi ki böyle derinde. acaba beni görüyorlar mı? acaba bu insanların hiç kalpleriyle işleri oldu mu, kalbin her an soyulmuş hissinde olması nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar oynak mı, bu kadar hevesli mi ve bu kadar dar ve alıngan mı, bu kadar kendini bilmez mi, kalp şımarmak mı istiyor, yatışmak mı bunu nasıl öğrenebilirim? ben yatışmak istiyorum. kendimi bildim bileli galiba şımarabilmek istedim, bu bana verilsin istedim. öyle derin bir açlık ki mide kazınması gib kalbimi kazıdı durdu. başka şeye bakıp geri çekilemedim. s.37 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
14
" hayatı benim gibi romanlardan, şiirlerden, filozoflardan, müziğin ilk şırınga ettiği marazdan öğrenen kimseler, hep büyüklüğün, vazgeçişin, kendini esirgemeyişin, maddiyata kıymet vemeyişin, ruhsal yükselişin büyüsüne kapılıyorlar ve bunu olabildiği kadarıyla kendilerine yaklaştırmaya çalışıyorlar. ancak bütün bu yüksek şeylere talip olan, onlarsız kendini küçük hissedenleri hayat ne yapıyor, en utanılacak hale getirip kaldırıp atıyor. sathi söz söyledim, biliyorum. o zaman nasıl diyeyim; atmıyor da kendisi hayatın kati kurallarının dışında kaldığı için ister istemez atılmış gibi oluyor. s.52 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
17
" insan iyiyi görmek istiyor, yokken onu övüp gözleri yaşarasıya hakkında konuşuyor. onun öyle olma, öyle kalma çabasında oluşunda her şeyi buluyor ama, canlı gördüğünde, kendi bedenini cesede ve çiğnenip geçilmesi, kaldırılıp atılması gereken bir çöpe dönüştüren bu tecrübenin yıkıcılığında da hayatın en acı tatlarından birini buluyor. hayalen, fikren, olmuşlarına bakarak kendini değersiz bulmak bunun yanında hafif ürpertici bir rüya. bunu anlamak da, temizden, yüksek ten rahatsız olmak da temizlik ve yükseklikten nasipsizliğin ve bunlara ait artık hiçbir umudun da kalmayışının delili. "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
18
" ortaya razı değilim, sadece şanslı olmaya razı değildim, sadece kendi hayatımın efendisi olmaya razı değildim. bunlarda razı gösterilecek bir şey, efendilik sayacak bir hal göremedim. evet, herkes elbet kendi hayatını yaşar ama efendi mi, köle mi, sahici mi, kopyacı mı olduğuna başkalarının da hayatlarına, çabalarına, terlerine bakarak karar verilir herhalde. s.68 "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında
19
" İnsan yirmi yaşında nasıl muhabir, eczacı, koca... olmaya razı olur, nasıl ister anlamadım. Ben peygamber olmak istiyordum, ya da hiçbir şey. Ama olamadığım peygamber olamamak olsun istiyordum bir yandan da.Bunlar salak salak her şeyi derste, okulda, hocadan öğrenen, düşünün, kendi arkadaşlarının yanında bile ezilen, yarışan, pis tiplerdir. Başkasının on beş yaşında bildiğini ve unutmaya çalıştığını kendileri otuz beş yaşından sonra öğreniyor, daha doğrusu sağdan soldan duyup üzerlerine yamıyorlardı. Sahipler, hep sus pustu. Sahiplerin konuştuğuna hiç şahitlik etmedim. "
― Şule Gürbüz , Zamanın Farkında