42
" Aber nun, da so vieles anders wird, ist es nicht an uns, uns zu verändern? Könnten wir nicht versuchen, uns ein wenig zu entwickeln, und unseren Anteil Arbeit in der Liebe langsam auf uns nehmen nach und nach? Man hat uns alle ihre Mühsal erspart, und so ist sie uns unter die Zerstreuungen geglitten, wie in eines Kindes Spiellade manchmal ein Stück echter Spitze fällt und freut und nicht mehr freut und endlich daliegt unter Zerbrochenem und Auseinandergenommenem, schlechter als alles. Wir sind verdorben vom leichten Genuß wie alle Dilettanten und stehen im Geruch der Meisterschaft. Wie aber, wenn wir unsere Erfolge verachteten, wie, wenn wir ganz von vorne begännen die Arbeit der Liebe zu lernen, die immer für uns getan worden ist? Wie, wenn wir hingingen und Anfänger würden, nun, da sich vieles verändert. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
44
" Ama bugün bunca şey değişip dururken kendimizi değiştirmek, biz erkeklerin de görevi değil mi? Bir parça gelişmeyi, aşktaki çalışma payımızı zamanla ve yavaşça üzerimize almayı deneyemez miyiz? Aşkın bütün zahmetinden bizi azat ettiler ve böylece aşk, eğlencelerimiz arasına düştü; nasıl ki birçoğunun oyuncak dolabına bazen, iyi cinsten tentene parçası düşer, çocuğu sevindirir, sonra sevindirmez olur ve sonunda o kırık, o parça parça eşyalar arasında, bütün hepsinden daha kötü, kalakalır. Biz bütün amatörler gibi kolay hazlarla bozulduk ve usta diye geçiniyoruz. Başarılarımızı hor görsek, hep kendi hesabımıza başkalarına gördüğümüz aşk işini öğrenmeye ta başından başlasak nasıl olur? Madem bunca şey değişiyor, gitsek de bir yeni başlayan gibi başlasak? "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
46
" Now it was there. Now it was growing within me like a tumor, like a second head, and it was a part of me, though it surely could not be mine, since it was so big. There it was, like a big dead animal that had once been my hand when it was still alive, or my arm. And my blood was flowing through me, and through it, as if through one and the same body. And my heart was having to make a great effort to pump the blood into the big thing: there was very nearly not enough blood. And the blood was loth to pass in, and emerged sick and tainted. But the big thing swelled and grew before my face, like a warm, bluish boil, and grew before my mouth, and already its margin cast a shadow on my remaining eye. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
52
" The existence of the terrible in every particle of the air. You breathe it in as part of something transparent; but within you it precipitates, hardens, acquires angular, geometrical forms in among your organs; for all the torments and horrors suffered at places of execution, in torture chambers, in madhouses, in operating theatres, under the arches of bridges in late autumn – all this is possessed of a tenacious permanence, all of it persists and, jealous of all that is, clings to its own frightful reality. People would prefer to be able to forget much of it; sleep files away gently at the grooves in the brain, but dreams drive it away and trace the lines anew. And they wake, panting, and dissolve the gleam of a candle in the dark, and drink in the half-lit solace as if it were sugared water. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
53
" You couldn’t wait for that; you were there, and everything that is barely measurable ― an emotion that rises by half a degree, the angle of deflection, read off from up close, of a will burdened by an almost infinitesimal weight, the slight cloudiness in a drop of longing, and that barely perceptible color-change in an atom of confidence ― all this you had to determine and record. For it is in such reactions that life existed, our life, which has slipped into us, had drawn back inside us so deeply that it was hardly possible even to make conjectures about it any more. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
54
" Mümkün müdür, henüz hiçbir Gerçek ve Önemli, görülmemiş, bilinmemiş, söylenmemiş olsun? Mümkün müdür, görmek, düşünmek ve yazmakla binlerce yıl geçmiş bulunsun ve binlerce yıl, tereyağlı bir dilim ekmekle bir elma yenen bir okul teneffüsü gibi kaybedilmiş olsun?
Evet, mümkündür.
Mümkün müdür, icatlara, ilerlemelere rağmen, kültüre, dine, felsefeye rağmen hayatın yüzeyinde kalınsın? Mümkün müdür, bilinmesi yine de bir kazanç olan bu yüzey bile; yaz tatillerinde salon mobilyaları gibi, aklın alamayacağı kadar yavan bir kılıfla kaplansın?
Evet, mümkündür.
Mümkün müdür, bütün dünya tarihi yanlış anlaşılmış olsun? Mümkün müdür, ölen ölen yabancıdan bahsedecek yerde, etrafına üşüşen kalabalığı anlatır gibi, daima yığınların lafı edildiği için, geçmiş yanlış olsun?
Evet, mümkündür.
Mümkün müdür, insanlar doğmadan önce geçen şeyleri tekrar yaşamak zorunda olduklarını sansınlar? Mümkün müdür, her birine, kendinden önceki insanlardan geldiğini hatırlatmak gereksin ve herkes bunu bilsin de başka türlü söyleyenlerin dediklerine kanmasın?
Evet, mümkündür.
Mümkün müdür, bütün bu insanlar, asla var olmamış bir geçmişi tamamen bilsinler? Mümkün müdür, bütün hakikatler, onlar için bir şey olmasın? Mümkün müdür, hayatları, boş odalardaki saat gibi her şeyden kesilmiş, geçsin?
Evet, mümkündür.
Mümkün müdür, yaşayan kızlar bilinmesin? Mümkün müdür, “kadınlar” densin, “çocuklar” densin ve bu kelimelerin çoktandır çoğulları yoktur, sayısız tekilleri vardır, farkına varılmasın (tekmil okumuşluğa rağmen farkına varılmasın)?
Evet, mümkündür.
Mümkün müdür, “Tanrı” diyen ve Tanrı’nın ortak bir şey olduğunu sanan insanlar bulunsun? Okul çağında iki çocuk düşünelim: Biri bir çakı satın alsın, arkadaşı da aynı günde, bu çakıya tıpatıp benzeyen bir başka çakı satın alsın. Aradan bir hafta geçsin, iki öğrenci, çakılarını birbirlerine göstersinler; şimdi ancak pek uzak bir benzerlik vardır arasında — başka başka ellerde çakılar ne kadar değişmiştir. (Çocuklardan birinin annesi şöyle der hatta: Sizin elinizde zaten ne sağlam kalır ki…) Evet, evet: İnsanın bir Tanrı’sı olsun da kullanmasın, mümkün müdür?
Evet, mümkündür.
Bütün bunlar, mümkün olduğu, hiç değilse bir imkân zerresi taşıdıkları takdirde, ne pahasına olursa olsun, bir şey yapmalı. Herhangi birisi, yani insanı tedirgin eden bu şeyleri ilk düşünen birisi, ihmal edilmiş işleri telâfiye başlamalıdır; hatta rasgele birisi olsun, bu işin tam ehli olmasın: bu işi yapacak başka kimse yok ki. Bu genç, âciz yabancı, Brigge, beşinci katta oturup yazacaktır; gece gündüz: Evet, yazmalıdır; bunun sonu bu olacak. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
57
" Yalnızlardan söz etmemiz insanlardan fazla anlayış beklemektir. İnsanlar, neden söz ettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar. Bir yanlızı görmemişlerdir asla; ondan, tanımaksızın nefret etmişlerdir yalnızca. İnsanlar, onu tüketen komşular olmuşlardır; bitişik odanın, onu baştan çıkaran sesleri olmuşlardır. İnsanlar, patırtı etsinler, onun sesini boğsunlar diye, eşyaları ona karşı kışkırtmışlardır. Narinliği ve çocuk oluşu yüzünden çocuklar, ona karşı birleşmişler ve o her büyüyüşünde, yetişkinlerin inadına büyümüştür. Bir av hayvanı gibi barınağını sezmişler ve uzun gençliği sürekli bir takip altında geçmiştir. Güçten kesilmeyip de ellerinden kaçtıkça, yaptığı şeylere bağırmışlar, çirkin deyip kötülemişlerdir yaptıklarını. Ve o, bunlara kulak asmadı mı biraz daha ortaya çıkmışlar, yiyeceğini bitirmişler, teneffüs edeceği havayı tüketmişler ve iğrensin diye yoksulluğuna tükürmüşlerdir. Bulaşıcı hastalığı olan biri gibi adını kötüye çıkarmışlar, daha çabuk kaçıp gitsin diye ardından taşlar atmışlardır. Ve yıllanmış içgüdülerinde haklıydılar gerçekten: O, gerçekten düşmanlarıydı çünkü. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
59
" Bir mısra için insanın birçok şehir görmesi, insanlar, şeyler, hayvanlar tanıması gerekir, kuşların nasıl uçtuğunu hissetmeli ve küçük çiçeklerin sabah hangi kıpırdanışla açtığını. İnsanın geçmişi düşünebilmesi gerekir, bilinmeyen bölgelerdeki yolları, umulmadık karşılaşmaları ve çoktandır yaklaştığını hissettiği vedalaşmaları; henüz aydınlanmamış çocukluk günlerini, sevindirici bir şey dediklerinde (bu bir başkası için sevinçti) anlamayıp üzdüğümüz anne babayı; öyle tuhaf, öyle çeşitli ve derin değişimlerle başlayan çocukluk hastalıklarını. Ölmüşlerin yanında oturmuş olmalı, açık pencereli ve kesik kesik görüntülerin olduğu odalarda. Hatıraları olmak da yetmez. Onları eğer çoksa unutabilmek de gerekir, ayrıca tekrar gelmelerini beklemek için büyük sabır ister. Çünkü henüz tam hatıra olmamışlardır. Bunlar ancak içimizdeki kana, bakışımıza ve hareketlerimize dönüşünce ve adsızlaşıp kendimizden ayırt edilmez olunca, ancak o zaman çok ender bir saatte bir dizenin ilk kelimesi onun ortasında ve onların içinden ortaya çıkar. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge
60
" Uneori, firește, se trăda printr-o nemulțumire naivă, socotind că nu i se dă suficientă atenție; pe vremea când eram acolo se putea întâmpla să se înece brusc la masă, într-un fel ostentativ și complicat, care îi asigura compătimirea tuturor și o făcea, cel puțin pentru moment, să apară senzațională și captivantă, cum ar fi dorit să fie în viața mondenă. Presupun că tata era singurul care îi lua în serios crizele astea mult prea numeroase. El o privea înclinat politicos peste masă și se putea observa cum îi oferă în gând și îi pune la dispoziție propria-i trahee sănătoasă. Șambelanul, firește, nu mai mânca nici el; sorbea o înghițitură de vin și se abținea să-și declare opinia proprie. El și-o susținuse o singură dată, în fața soției sale, la masă. E mult de atunci, însă povestea a fost totuși colportată cu răutate și pe ascuns; se ivea aproape oriunde mai era cineva care încă n-a auzit-o. Se povestea că, într-o vreme, șambelana se putea supăra foarte rău din cauze petelor de vin care, din neîndemânare, apăreau pe fața de masă. Observa imediat o astfel de pată și, indiferent de împrejurarea în care s-ar fi produs, o expunea, ca să zic așa, batjocurii cu cea mai mare violență. Așa s-a întamplat tocmai când avea mai mulți oaspeți de vază. Câteva pete nevinovate, pe care le exagera, au devenit obiectul acuzațiilor ei batjocoritoare și, oricât s-a străduit bunicul să o calmeze prin semne discrete și exclamații glumețe, ea a rămas totuși la reproșurile încăpățânate pe care apoi, de altfel a trebuit să le întrerupă în mijlocul frazei. Pentru că s-a întâmplat ceva nemaipomenit și de neînțeles. Șambelanul ceruse vinul roșu care tocmai se servea și își umplea foarte atent paharul. Numai că, într-un fel uimitor, n-a încetat să toarne și după ce paharul era de mult plin, ci, tot mai calm, a turnat încet și atent până când maman, care niciodată nu se putea abține, a pufnit în râs și astfel toată situația penibilă s-a rezolvat râzând, pentru că toți s-au luat după ea ușurați, iar șambelanul a ridicat privirea și i-a întins sticla servitorului. [...] A murit spre primăvară, într-o noapte, în oraș. Sophia Oxe, care dormea alături, cu ușa deschisă, nu a auzit nimic. Când a fost găsită, dimineața, era rece ca gheața. Imediat după aceea a început boala grea și îngrozitoare a șambelanului. Parcă așteptase sfârșitul ei ca să poată muri fără să țină seama de nimic, așa cum îi convenea lui. "
― Rainer Maria Rilke , The Notebooks of Malte Laurids Brigge