23
" Duralayıp köşedeki sokak sergisine dizili kıvırcık salatalara, kırmızı turplara, soğanlara baktı. Dünden kalanlardı; pörsümüş gibiydiler. Kişileri de böyle pörsütüyordu zaman. Kafanı takmayacaktın. Soğanın, marulun, turpun çok derdiydi senin onu böyle görüp beğenmemen. Onların da bize bakıp içi geçmiş herif demedikleri nereden belliydi? Materyalist kafaya ne de yakışıyordu ya! Hayvanımız, bitkimiz, insanımızla çürüye donana, öle doğa akıp gidiyorduk yaşam ırmağında. Renk renk çiçek açabiliyor muydun yeryüzündeysen, gündüzünde, gecesinde, güzeli oydu. "
― Vedat Türkali , Kayıp Romanlar
30
" Önemli bir kalıt bırakmışsan itilip bir yanda kalmıyordun demek; geç de olsa peşine düşüyor, arayıp buluyorlardı! Ölüp gittikten sonra, bulmuşlar, bulmamışlar… Ölümün ağırlığı altında ezilir giderdik yaşama böyle bakarsak. Ayrılmaz bir parçamızdı ölüm; besleyip büyütüyorduk içimizde! O da bizi üretip büyütüyor; istediğin kadar diret, üretim sonucunu bitirdi mi de tam egemenliğini kuruyordu! Hayır, kuramıyordu! Başkaları dikiliyordu bu kez karşısına; kalıcı yanlarımızı bulup bizi onlar alıp götürüyordu artık. Ölüme yenilmemek için herkesle birlikte ortak çabamızın bitmez tükenmez kıldığı yaşam güzeldi, ölsek de içindeydik onun; yalnız geçmişin değil geleceğin de parçasıydık. En ağır yasa ölüme karşı yaşamamızdır, diyordu Eluard! Bu denli acı güzellik taşımayı yazgımız yapar da ağır olmaz mıydı o yasa? Bir gün bitecekmiş deniyordu gezegendeki yaşam. İnanmıyordu! O duygusuz ölümden bin kez kurnaz, karşı konulamayan yaşam gücü, nasılsa ele geçirdiği bu uçsuz bucaksız egemenliği hiç kaçırır mıydı? "
― Vedat Türkali , Kayıp Romanlar