102
" Ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa, sev veya sevme, tabiatta veya cemiyette ömür sür, hayatının istikameti, tarzı ve bilmem nesi ne olursa olsun, sen ihtiraslardan kurtulmayacaksın; için daima büyük hislerle şişecek; bütün ömründe kederin, sevincin, korkunun, hayretin, gururun, hicabın, merhametin, kinin en şiddetlisini duyacaksın; sen daima o içi dolu adamsın; daima ağlayacak ve haykıracaksın; şuna, buna şu veya bu hadiseye, şu veya bu insana bahane bulma. Sende ihtiras hayat ve hayat ihtirastır. Daima büyük bir alevle sarıldığını hissettiğin başın ancak toprağın altında soğuyacak ve ancak toprağın altında sen, bu en tatlı ve en korkunç, bu mest edici ve haşlayıcı hararetten ayrılacaksın. "
― Peyami Safa
105
" Duvarlar
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.
Birçok defa elektrik ziline basmak istediğim halde kımıldanamıyorum.
Biraz yürürsem, onların bana doğru geldiklerini görerek geri çekiliyorum.
Nihayet düğmeye bastım.
Çarpıntı ile bekliyorum.
Gözlerim kapının topuzunda.
Gelmiyorlar.
Tekrar düğmeye bastım. Gene bekliyorum.
Gelmiyorlar.
Gögsümde müthiş bir baskı. Boylu boyunca bir duvarın altına uzanıp kalmışım gibi hava alamıyorum, kollarımdan ve bacaklarımdan hayat çekiliyor.
Yatağa arka üstü uzanıyorum.
O vakit bir çığlık duyuyorum. Keskin, uzun, acı bir haykırış. Hayretle doğruluyorum. Kim bağırdı?
Etrafımda bir kalabalık, bütün hastane adamları.
Oh... Fakat ben rahatlıyorum, ben de öyle bağırmak istiyorum, ancak birdenbire etrafımda her şey sönüyor, galip duvarlar uzaklaşıyorlar. Başımı siyah bir boşluk kaplıyor.
Yüzümde soğuk temaslarla uyanıyorum.
-Gözlerini açtı...
Diyorlar.
-Şuraları da oğun!
Diyorlar.
-Ağlasın, ağlasın, açılır.
Diyorlar.
Kim ağlıyor? Bilmiyorum. Hıçkırıklar duyuyorum. Ve daima içimde bir rahatlama. "
― Peyami Safa , Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
114
" Ah, insanlar niçin her şeyi anlayamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, tam onun gibi -fakat hiç eksiksiz ve tam- onun gibi duysalar, her şey ne kadar yerli yerinde olacak. Hayır! İllâki zıddiyetler, öfkeler, yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, inatlar, şüpheler, hâkim olmak arzuları... "
― Peyami Safa , Fatih Harbiye
119
" Henüz içinde birkaç teknik buluştan başka hiç bir zeka marifeti olmayan bir dünyada, nenin nesi olduğunu bilmeyen insanın, üç asırda bir değiştirdiği doğmaların hiç birini isbat edecek durumda olmadan giriştiği bütün akde savaşlarının birbiri kadar çirkin olduğunu anlattı: "Bunlar aynı manastır kavgalarıdır". Hangi akidenin misyoneri olursa olsun, İncil veya Kur'an diliyle konuşan eski, yeni, sağ, sol bütün ideolojilerden herhangi birinin içine kapanmış bir adamın bir Budist rahipten bir santim daha yüksek bir düşünce şerefine sahip olmadığını söyledi: "Bunlar aynı manastır papazlarıdır". Ve ayağa kalktı: "Anlaşıldı mı dostum? Ben Türk değilim, insan değilim, hayvan değilim, tıbbiyeli değilim, felsefeci değilim, aşık değilim, zengin değilim, fertçi değilim, cemiyetçi değilim, milliyetçi değilim, Vafi beyin ecinnileri arasında oturan, iradesi çarpılmış, bir hafta sonra ne yapacağını bilmeyen, tenbel, hiç bir şeye yaramaz, ve ömrünün yarısı Avrupa'da hariciye memurluklarında geçmiş, ayyaş, zanpara, Hedonist, ciddiyetin yalnız hayvanlara yakıştığına inandığı için dünyanın bütün dramlarına kahkahayı basan ve bunun için "Gülener" soyadını alan bir baba ile, yarı sanatkar, yarı deli, erkek düşkünü, veremli ve veremden iki yetişkin kızını kaybetmiş, ayyaş kokainman, Paris'te okuduğu için kültürlü, genç yaşında ölmüş bir ananın desencarte, demesuer, desoriente, deracine, degenere bir oğluyum. "
― Peyami Safa , Matmazel Noraliya'nın Koltuğu