6
" Nefret ediyordum doğadan! Her şeyin her şeyi yemesinden! Bütün döngünün, her şeyin her şeyi yiyerek sürüp gitmesinden nefret ediyordum. Başka türlü olamaz mıydı? Başka bir seçenek yok muydu? Bu muydu, o muhteşem ve mükemmel doğa, dedikleri? Bu doğayı yaratan her neyse ya da kimse, nasıl bir sadistti ki "Öyle bir düzen kuracağım ki sırf yaşamak için herkes birbirini gebertecek!" diyebilmişti. Birbirini yiyen o hayvanlar, her şeyi yiyen o insanlar, bütün cesetleri yiyen o böcekler, o böcekleri yiyen başka böcekler..."Hepsinin de amına koyayım!" diye bağırıyordum. "Bu doğayı hayal edenin de, bütün bu et yiyip kan içme sahnelerine mucize diyip, hepsi için şükredenlerin de ta amına koyayım!" O kadar sinirlenmiştim ki yanımda kağıt kalem olsa derhal bir dilekçe yazardım. Madem, bütün o dinler yazıya dökülüp kitap olmuştu, demek ki kullanılması gereken iletişim tekniği buydu. Ben de bir şikayet mektubu yazıp atacaktım havaya, ya da Allah ya da Tanrı ya da şu ya da bu, her neredeyse oraya! Madem Kuran, "Oku!" diye başlıyordu, ben de mektubun başına "Sen de bunu oku!" diye yazacaktım! "
― Hakan Günday , Daha
11
" İtaat, suçluluk duygusu ve vicdan azabının panzehiriydi! Herkes itaat etmeliydi! Hepimiz, itaat edecek birini bulup suçu ona atmalıydık! Herhangi bir ülkenin ya da bir çocuk çetesinin lideri bile olsak, itaat edecek birilerini bulmalıydık. Her şeyden önce, akıl sağlığını korumak için bu şarttı. Yapayalnız bir imparator bile olsak, etrafımızda bize emir verecek tek bir insan bile olmasa, yine de bir yolunu bulup itaat edecek birini bulmalıydık. Tanrı, bunun için vardı! Dünyanın bütün kralları, imparatorları, diktatörleri ve devler başkanları itaat edebilsin diye! İtaat denilen çamaşır suyunu vicdanlarına döküp, "Her şey Allahtan!" diyerek uykuya dalabilsinler diye! "
― Hakan Günday , Daha