Home > Work > Kahperengi
1 " Bazen insan ruhu yüzünü geceye döner ve o zaman hiç güneş doğmaz. Gün bir döngü değil, monoton bir çizgi halini alır ve dünya tıpkı bir kâğıt gibi dümdüz olurken, hayat engebeli olmaktan çıkıp engebenin kendisine dönüşür. Kötü günler denen vakitlerdir bunlar. Aslında ölü günler denmesi gereken, her insanın, ömrünün değişik zamanlarında içine düştüğü bataklık günleridir. Hatıralarda hep çok siyah, az beyaz ve hiç renkli olarak yer eden, doğduğuna pişman olma zamanları... "
― Hande Altaylı , Kahperengi
2 " Unutulmuş biri olmak kötüydü, unutulmuş ama unutamamış biri olmak ise korkunçtu. "
3 " Bunca yıldan ve bunca yoldan sonra... Sadece oturup ağlamak geliyordu içinden. Kimse ona ilişmesin, neyin var diye sormasın, o da bir iskemleye çöküp sessiz sessiz saatlerce ağlasın istiyordu ama elbette bunu yapmadı. "
4 " Bir şey olmaktan çoktan umudunu kesip sadece var olmak için çabalayan insanların vurdumduymazlığı mahallenin her taşına sinmişti. Fakirliğin gürültüsü ve sefaletin cümbüşü sokak aralarında birbirine karışıyordu. Burada doğanlar kadere isyan etmezlerdi, çünkü kendileri için başka bir kader ihtimali olmadığından eminlerdi. Sonradan gelenlerse bu çukurdan en kısa zamanda kurtulacaklarına yemin eder ama bu yemini tutamazlardı. Kabulleniş ağır ağır üzerlerine çöker, sinsi sinsi iliklerine işlerdi ve çok geçmeden Murateli sokaklarının bir parçası haline gelirlerdi. Yoldaki taş, ağaçtaki dal kadar ait olurlardı yaşadıkları yere. "
5 " Yalnızlık tek başına kalmak değil, tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır. Bunun için ne kadar uğraşırsan durumun o kadar acıklı hale gelir. Geceyi uzatmak, son bir sigara yakmak, bir kadeh daha içmek, ayak sürümek, bin dereden su getirmek... Bütün bunlar, kapının arkasına gizlenmiş seni bekleyen tekilliğinle karşılaşmanı geciktirmekten ve çaresizliğini artırmaktan başka işe yaramaz. Durumu sükûnetle kabullendiğin ve onunla savaşmaktan vazgeçtiğinde ise aniden daha az yalnız biri haline gelirsin. "
6 " Narin o kanepenin üzerinde daha ne kadar oturduklarını bilmiyordu. Yarım saat, bir saat ya da iki saat olabilirdi. Zamanın kıvamı insanı daima şaşırtır, akıcılığı andan ana değişiklik gösterirdi. Bazen boza kadar koyu, bazen su gibi seyreltilmiş olurdu. Tüy gibi hafifleyebilir, taş gibi ağırlaşabilirdi. Göl kadar durgunlaşabilir ya da grizu gibi patlayabilirdi. Hatta canı isterse durabilirdi bile. "
7 " Şu anda benimle konuşacak birini istemiyorum. Sadece benimle susacak birini istiyorum. "
8 " İnsan ne kadar başarmış görünürse görünsün, kaybedilmiş savaşların izlerini taşıyordu. Para, unvan, aile, çocuklar ya da şöhret bunu değiştirmiyordu. Herkesin şefkate ve anlayışa ihtiyacı vardı. Hatta belki de ihtiyacı yokmuş gibi görünenler diğerlerinden daha çok susamıştı sevilmeye. "
9 " Keyfi yerinde, parası cebinde görünen bu insanların hangileri kendisi gibi numara yapıyordu acaba? Yataktan bile çıkmak istemezken giyinip süslenmek zorunda kalanlar; ağlamak isterken kahkaha atanlar; sıkıntıdan patlarken müzikle salınanlar... Her gece, duygularını törpüleyip dudaklarını parlatan kadınlar ve yüreklerindeki acıları alkolle uyuşturmaya çalışan erkekler... Hepsi muzaffer görüntülerinin altında tıpkı diğer tüm insanlar kadar çaresiz ve yaralıydı. "
10 " İnsan bazen bir yerde takılıp kalıyordu ve diğerleri yürüyüp giderken, o bir yol bulup geçemiyordu. Kendisine olan da buydu: Takılıp kalmak. "
11 " Geçmişin asla sandığımız kadar uzakta kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek, yeteri kadar uzağa gidemediği kaygısını doğuruyordu. Yoksa yıllar geçtikçe güçleneceğine, zayıflıyor muydu insan? Olgunlaşacağına koflaşıyor, dayanıklılığını yitiriyor muydu? Öğreneceğine unutuyor, bildiklerinden şüpheye mi düşüyordu? Geride bıraktığı onca şeyden ve onca yıldan sonra böyle yaprak gibi titremek, kendini başa dönmüş gibi hissetmesine yol açıyordu. Yürümüş, yürümüş ama hiçbir yere gidememişti. Belki de dünyanın yuvarlak olması, daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu. "
12 " Kireç vurulmuş duvarlar arasına sıkışıyordu yüreği ve tahta kapı gıcırdayarak açılıyordu. Günün her vaktinde anlamlı anlamsız anlar-anılar fışkırıyordu gözeneklerinden. "
13 " Yanardağdan akan lavlar gibi tepesinden taşıp ayaklarına iniyordu öfke ve baştan aşağı bütün vücudunu sarıyordu. Sabahları boğazında bir yumrukla uyanıyor, gün boyu olmayacak şeylere kızıyor, en sevdiği insanları bile görmek istemiyordu. Zaman ayarlı bir bomba gibi dehşet saçıyordu etrafına. Günden güne artan ve tahammül edilemez hale gelen bir dehşet... "