Home > Work > A Place in the Country

A Place in the Country QUOTES

1 " Yaklaşık iki mil çapı olan Saint Pierre Adası'ndaki bir işhanının yanında tek bir ev vardır, bu ev bugün Blausee A.Ş.'nin yönettiği bir otel ve lokanta işletmesinin yerleştiği eski bir Kluni manastırıdır. İskeleden gelip oraya varınca, önce refakatçimle bir müddet daha her tarafına yaprakların döküldüğü iç avluda bir kahve içtik, sonra vedalaştık, refakatçim beyaz kır yolundan aşağı inerken onun peşinden baktım, aynı, dedim kendime, yıllar yıllar sonra büyük denizlerden, yabancılığını çektiği kara parçasına düşmüş bir gemici gibi. Taşındığım oda güneye bakıyor, Jean Jacques Rousseau'nun 1765'te, yani Schattenrain tepeciğinden adaya ilk kez bakmamdan tamı tamına iki yüz yıl önce, Bern'deki devlet müşaviri de kendisini memleketinin bu son durağından kovana kadar iltica ettiği iki odanın hemen yanında bulunuyordu...
Adada geçirdiğim ve saatlerce Rousseau’nun odasındaki pencerede oturduğum birkaç günde, gezinti ve kır yemeği için adaya gelen gezginlerden yalnızca ikisi yolunu şaşırıp kanepe, yatak, masa ve sandalyeyle gayet sade döşenmiş bu odaya girdi; zaten onlar da, içeride görülecek şeylerin azlığından hüsrana uğramış olacaklar ki hemencecik gittiler. Rousseau’nun yazısını çözmek için hiç kimse cam vitrine eğilmedi, iki ayak genişliğindeki çam zemin tahtalarının odanın ortasına doğru düz bir çukurluk oluşturacak şekilde aşındığını ve sert dalların etrafındaki kısımların diğer tahtalara göre yaklaşık birkaç santim dışarda durduğunu kimse fark etmedi. Kimse elini sofadaki iyice perdahlanmış lavabonun üzerinde gezdirmedi, ateş yakılan yerin etrafındaki isli kokuyu duymadı ve kimse meyve bahçesi ve çayırlığı geçerek güney sahilinin görülebildiği pencereden bir bakış atmadı. Bense Rousseau’nun odasında sanki eski zamana geri dönmüştüm, çok uzaktaki motor seslerinin bile bozmadığı, yüz-iki yüz yıl önce dünyanın her yanında hakim olan aynı sessizliğin şu anda adada hüküm sürmesiyle kendimi bu yanılsamaya daha da kolay kaptırabiliyordum. Hele de akşama doğru gündüzcüler evlerine dönünce ada, medeniyetimiz civarında hiçbir yerde kalmayan ve bazen gölden esen meltemle belki devasa kavakların yapraklarından özge hiçbir şeyin kımıldamadığı bir dinginliğe dalıyordu. Artan alacakaranlıkta yürüdüğüm, ince çakılla takviye edilmiş yollar gitgide aydınlanıyordu; çitlerle çevrili otlakların, solgun, kıpırtısız bir yulaf tarlasının, bir asmanın ve bağcı evinin yanından karşı kıyıdaki ışıkların birbiri ardına yandığını gördüğüm, gecenin siyahına bürünmüş bir kayalığın kenarındaki yokuşa kadar çıkıyordum. Karanlık gölden yükselir gibiydi... "

W.G. Sebald , A Place in the Country