Home > Author > Yaşar Kemal >

" Gün kuşluktu, koyak çoktan bitmiş, Van kalesi uzaklarda kalmıştı, sol yandan kulağına iniltiler, sesler gelir gibi oldu, atın başını çekti, yöreyi dinledi, sesler yanmış ağaç topluluğunun arkasından geliyordu. Bir tuhaf inleme, hıçkırık gibi, şimdiye kadar duyulmamış sesler. Yanmış ağaç topluluğuna gitti. Sesler birden kesildi. Cemil ağaçları dolandı, şaşkınlık içinde kaldı: Bir sürü küçük çocuk, on, on bir, on iki yaşlarında, hepsinin de avurdu avurduna geçmiş, gözleri çukura kaçmış, yüzlerinin, bedenlerinin derisi kemiklerine yapışmış boyunları çöp gibi, kimisi çırılçıplak birer iskelet, çırılçıplak bir paçavra yığını her birisi. Atlıyı görünce, bütün başlar ona döndü, boyunları ona doğru uzandı, konuşmak istediler, hiçbirisi beceremedi, ancak iniltiye, ağlamaya benzer sesler çıkardılar. Baytar Cemilinse atın üstünde kımıldayacak hali kalmamış, eyerin üstünde donmuştu. Bu çocuklardan çok görmüştü, bunlar savaşta anaları, babaları ölmüş, kimseleri kalmamış Ermenilerin, Kürtlerin, Yezidilerin çocuklarıydı. Ama o gördüğü çocukların hiçbirisi bu hale düşmemişlerdi. Yüzlercesi bir arada köyden köye, kasabadan kasabaya fırtına gibi esiyorlar, girdikleri kasabalarda, köylerde, köylerin, kasabaların evlerinde, dükkanlarında yiyecek ne bulurlarsa alıyor, rüzgar gibi, nasıl girmişlerse, göz açıp kapayıncaya kadar, öyle fırtına gibi çıkıyorlardı. Kasabalılar, köylüler de atlanıp bunların arkalarına düşüyor, yakaladıklarını öldürüyorlardı. Bazı bazı da silahlı, atlı kişilerle çocuklar arasında bir savaş başlıyor, çocuklar, taşlarla, sapan taşlarıyla silahlılara karşı koyuyorlar, iki güç kıyasıya cenk ediyorlar, savaşanlardan biri savaş alanını terkeyliyor, ya da karanlık çökünceye kadar savaş sürüyordu. Çok çocuk öldürülüyor, çok köylü, kasabalı sakat kalıyordu. Bir de sürüleri tükenmiş, dağılmış, çalınmış köpek sürüleri ortalığı almış, hiç durmadan o dağ, o köy, o kasaba senin, bu dere, bu ova, bu orman benim dolaş ha dolaş ediyorlar, önlerine hangi canlı çıkarsa parçalıyorlardı. Her köpek bir canavar kesilmişti. Kırıma uğramış Ermenilerin, kırıma uğramış Kürtlerin, kırıma uğramış Yezidilerin sürülerinin köpekleriydi bunlar. Baytar Cemil, yarı canlı çocuklardan bir ses çıkmayınca atını ovaya sürdü. Birkaç gün daha çocuklar böyle kalırlarsa hep birden öleceklerdi. Atını üzengiledi. Dinlenmiş atın ayaklarının altında toprak dürülüyordu. Kasabaya o hızla girdi, atının başını çekmeden önüne çıkan ilk kişiye kaymakamlığı sordu, adam gösterdi. Atını merdivenin parmaklığına bağlayan Baytar, merdivenleri ikişer üçer atlayarak, soluk soluğa Kaymakamın odasına girdi, bir asker selamı verdi: "Ölüyorlar, ölüyorlar, can çekişiyorlar. Yüzlerce çocuk kocaman bir çukurun içine sığınmışlar, hepsi de çırılçıplak, ölüyorlar. "

Yaşar Kemal , Karıncanın Su İçtiği (Bir Ada Hikayesi, #2)


Image for Quotes

Yaşar Kemal quote : Gün kuşluktu, koyak çoktan bitmiş, Van kalesi uzaklarda kalmıştı, sol yandan kulağına iniltiler, sesler gelir gibi oldu, atın başını çekti, yöreyi dinledi, sesler yanmış ağaç topluluğunun arkasından geliyordu. Bir tuhaf inleme, hıçkırık gibi, şimdiye kadar duyulmamış sesler. Yanmış ağaç topluluğuna gitti. Sesler birden kesildi. Cemil ağaçları dolandı, şaşkınlık içinde kaldı: Bir sürü küçük çocuk, on, on bir, on iki yaşlarında, hepsinin de avurdu avurduna geçmiş, gözleri çukura kaçmış, yüzlerinin, bedenlerinin derisi kemiklerine yapışmış boyunları çöp gibi, kimisi çırılçıplak birer iskelet, çırılçıplak bir paçavra yığını her birisi. Atlıyı görünce, bütün başlar ona döndü, boyunları ona doğru uzandı, konuşmak istediler, hiçbirisi beceremedi, ancak iniltiye, ağlamaya benzer sesler çıkardılar. Baytar Cemilinse atın üstünde kımıldayacak hali kalmamış, eyerin üstünde donmuştu. Bu çocuklardan çok görmüştü, bunlar savaşta anaları, babaları ölmüş, kimseleri kalmamış Ermenilerin, Kürtlerin, Yezidilerin çocuklarıydı. Ama o gördüğü çocukların hiçbirisi bu hale düşmemişlerdi. Yüzlercesi bir arada köyden köye, kasabadan kasabaya fırtına gibi esiyorlar, girdikleri kasabalarda, köylerde, köylerin, kasabaların evlerinde, dükkanlarında yiyecek ne bulurlarsa alıyor, rüzgar gibi, nasıl girmişlerse, göz açıp kapayıncaya kadar, öyle fırtına gibi çıkıyorlardı. Kasabalılar, köylüler de atlanıp bunların arkalarına düşüyor, yakaladıklarını öldürüyorlardı. Bazı bazı da silahlı, atlı kişilerle çocuklar arasında bir savaş başlıyor, çocuklar, taşlarla, sapan taşlarıyla silahlılara karşı koyuyorlar, iki güç kıyasıya cenk ediyorlar, savaşanlardan biri savaş alanını terkeyliyor, ya da karanlık çökünceye kadar savaş sürüyordu. Çok çocuk öldürülüyor, çok köylü, kasabalı sakat kalıyordu. Bir de sürüleri tükenmiş, dağılmış, çalınmış köpek sürüleri ortalığı almış, hiç durmadan o dağ, o köy, o kasaba senin, bu dere, bu ova, bu orman benim dolaş ha dolaş ediyorlar, önlerine hangi canlı çıkarsa parçalıyorlardı. Her köpek bir canavar kesilmişti. Kırıma uğramış Ermenilerin, kırıma uğramış Kürtlerin, kırıma uğramış Yezidilerin sürülerinin köpekleriydi bunlar. Baytar Cemil, yarı canlı çocuklardan bir ses çıkmayınca atını ovaya sürdü. Birkaç gün daha çocuklar böyle kalırlarsa hep birden öleceklerdi. Atını üzengiledi. Dinlenmiş atın ayaklarının altında toprak dürülüyordu. Kasabaya o hızla girdi, atının başını çekmeden önüne çıkan ilk kişiye kaymakamlığı sordu, adam gösterdi. Atını merdivenin parmaklığına bağlayan Baytar, merdivenleri ikişer üçer atlayarak, soluk soluğa Kaymakamın odasına girdi, bir asker selamı verdi: